aldığın duşa rağmen henüz afyonun patlamamış bi şekilde kendini arabaya atarsın. alırsın kahveni, gideceğin yere direksiyonu çevirirsin çantanda bişeyler aranmaya başlarsın. araba çamlıcadan çengelköye doğru sahilden ilerlemeye başlar. sonra kafanı kaldırırsın açarsın camını, güneşli havanın, rüzgarın ve bütün o mas maviliğin içinde boğazdan geçen küçük bir gemiyi görürsün. o esnada radyoda cem karaca'nın hep kahır şarkısına denk gelmişsindir sürgün yıllarında istanbul hasretiyle yazdığı, özlem kokan bir şarkı. şarkının sözlerinin nazım hikmet'e ait olduğuna dair yaygın bir yanlış bilgi dolaşmasına karşın, sözü de müziği de cem karaca'ya ait. cem karaca, istanbul'dan gelen misafirine “bana istanbul'u anlat, nasıldı?” diye haykırır. ne kahve ne televizyon, hiçbiri istanbul'dan mühim değildir. şehirlerin şehrini, boğazı, yedi tepeyi ve insanları sorar, istanbul'un insanlarını. “insanlar gülüyordu de trende, vapurda, otobüste.. yalan da olsa hoşuma gidiyor, söyle” dediği gurbette, gerçeklerden kaçıp sevdiği bir yalana sığınır. böylelikle ne sabah saatin 11:18 olmasının, ne cuma günü işe gitmenin ne de uykusuzluğun artık hiçbir önemi kalmaz. insanların istanbul hayranlığı ilk defa bir anlam ifade eder.